Bir sabah yürüyüşü sırasında, yolda yürüyen insanların ayak sesleri arasında kaybolmuş bir melodi gibi çınladı aklımda kültürel mirasımız. Herkes kendi dünyasında, kendi dertleriyle meşguldü. Oysa etrafımızda, geçmişten günümüze uzanan bir hikaye vardı; unuttuğumuz, göz ardı ettiğimiz, bazen de bilerek geride bıraktığımız bir kültürel zenginlik. Birbirinden farklı gelenekler, el sanatları ve unutulmuş ritüeller, gündelik hayatın sıradanlığı içinde kaybolmaya mahkum. Ama aslında her bir iz, bizim kimliğimizin bir parçası.
Mahalledeki küçük bakkalın önünden geçerken gözüm, vitrininde asılı duran eski bir tezgahın üzerine takıldı. O tezgah, zamanında ailelerin bir araya geldiği, çocukların oyunlar oynadığı bir buluşma noktasıydı. Şimdi ise sadece bir anı olarak kalmış. Oysa, o tezgahın etrafında dönen sohbetler, gülüşmeler, kaybedilmiş zamanların hatıralarını taşıyor. Tam anlamıyla bir zaman kapsülü gibi. Günümüzün hızlı yaşam temposu içinde kaybolmuş bu tür nesneler, kültürel mirasın somut izleri olarak karşımıza çıkıyor. Ama unuttuğumuz, göz ardı ettiğimiz daha fazlası var.
Bir başka gözlemim, çocukların geleneksel oyunlara dair bilgisinin neredeyse sıfıra inmesi. “Gizli Saklambaç,” “İp Atlama” gibi oyunlar, sokaklarda yankılanan sesler yerine, artık sanal dünyaların içindeki karakterlerin peşinde kaybolmuş durumda. Oysa bu oyunlar, sadece eğlenceden ibaret değil; nesiller arası geçişi sağlayan bir köprüydü. Her bir oyun, kendi içinde bir hikaye barındırıyor, toplumsal değerleri öğretiyor. Bugün çocuklar, kaybolmuş bir hazineyi keşfetmek yerine, dijital ekranların ardında sıkışıp kalmış durumda.
Kültürel mirasın bir diğer boyutu da el sanatlarımız. Duvardaki bir tablo gibi, her bir el yapımı ürün, ustanın ruhunu yansıtıyor. Ancak günümüzde, fabrikasyon üretimlerin gölgesinde, bu ustalıklar unutulmaya yüz tutmuş. Bir zamanlar annelerin, ninelerin ellerinde hayat bulan o eşsiz dokunuşlar, şimdi sıradanlaşmış. Her bir amigurumi, her bir seramik parça, geçmişteki ustaların emeğinin bir yansımasıydı. Bugün bu el sanatlarına sahip çıkmamız, yalnızca geçmişimize bir saygı göstergesi değil; aynı zamanda geleceğimize bir yatırım olmalı.
Yalnızca eşyalar değil, aynı zamanda kelimeler de kültürel mirasımızın bir parçası. Unutulmuş atasözleri, deyimler, halk hikayeleri… Dillerin zenginliği, geçmişin derinliklerinden süzülüp gelen kelimelerle dolu. Ancak günümüzde, bu kelimeler de yavaş yavaş silinmeye yüz tutmuş. Gençlerin dilinde yerini yabancı kelimelere bırakırken, kendi dilimizin zenginliğini kaybettiğimizi hissediyoruz. Her bir atasözü, bir ders niteliğinde; onları unuttuğumuzda, geçmişin bilgeliğini de arkamızda bırakmış oluyoruz.




